24 Temmuz 2011

Karalatma defteri


 

Bir edebiyat tutkununun "karalatma" defteridir bu. 

Her bir sayfasında şairlerle, yazarlarla yapılmış güzel sohbetlerin, tartışmaların izlerini taşır.

İlk sayfayı Necati Cumalı karalamıştır. Tarih 20.02.1976'dır.

Cumalı'yı iki güzel şiiri ile anmalı...

 

ÇIPLAK


Dudakların aşkla ıslak
Cennetten kovulan ırmak
Yatağımda çırılçıplak
Her gece gürül gürül ak
Yıkık yönlerimi götür
Umutsuzluğumu yıka
Yarına beni değiştir

Geldiğin yerlerim yeşil
Gittiğin yerlerim kurak


SONUNA GELİYORUZ

Sonuna geliyoruz dostum
Eksiliyor soframızda
Bir bir iskemleler

Duyuyorum içimde
Yeşeriyor baş verip
Toprağa vereceğim tohum

Bu yaştan sonra her şey
Uzak yakın bana eşit geliyor
Toprağı daha bir seviyorum





 

16 Temmuz 2011

Surviver'ı ben kazandım!





                                                             N.Arın


Bloğa şöyle bir baktım da "ne bu ciddiyet kardeşim !" dedim. Üç günlük dünyada irdele irdele nereye kadar? Filozof olmaktansa mahallenin delisi olmak daha eğlenceli bence. Ya da içtiğim şaraplar yüzünden böyle düşünüyor olabilirim.

Neyse efendim bu surviver muhabbetlerini görünce bende kendi surviver maceramı anlatayım dedim, buyrun :

Üniversitenin ilk yılında yaz tatilinde arkadaşlarla birlikte tatil yapmak için üniversitenin kampına yazılıyoruz. Öğrencilerine 10'ar günlük dönemler halinde tam pansiyon ucuz tatil yaptıran bir kamp bu. Kamp zamanı gelince de bavulları topluyor ve kampa gitmek yerine özgürlük ve maceranın tadını yaşamak adına kendi başımıza tatil yapmaya karar veriyoruz.

İki kız iki erkek (o zamanlar hepimiz sadece arkadaşız) bir yerlerden bir çadır odası (çadırın içine konulan odalardan) buluyor ve Didim'e doğru yola çıkıyoruz. Didim'in uzağında bir yerlerde inerek yoldan yaklaşık yarım saat yürüyor ve ıssız sessiz bir koya ulaşıyoruz.

Önce çadır odasını kurmaya çalışıyoruz ama oda çadırla birlikte işlevsel olduğu için çadırsız bir türlü ayakta duramıyor.Neyse ayakta durur hale getiriyoruz. Etrafta bizden başka kimse olmadığı için eşyalarımızı açıkta bırakıyoruz.

İlk günler eğlenceli geliyor. Kumlu pırıl pırıl bir denizi var. Bol bol yüzüyoruz. Ancak  sadece içecek kadar tatlı suyumuz olduğu için duş alamıyoruz. Öğle saatlerinde sıcak basınca koydaki tek ağacın gölgesine dört kişi sığışmaya çalışıyoruz.

Getirdiğimiz hazır yiyecekler bitiyor, öğlenin 50 derece sıcağının altında pişirdiğimiz hazır çorbaları ve zeytinyağlı makarnaları yiyor, neredeyse kaynamış suyumuzu içiyoruz. Suyu bitirdiğimizde 30-40 dakika yürüyerek ulaştığımız bir oluktan dolduruyoruz.

Bir türlü ayakta duramayan çadırı her gün yeniden şekle sokmaya uğraşıyor akşam olunca da yaklaşık 3x3 m büyüklüğündeki odada yanyana, fazla hareket edemeden yatıyoruz.

Sabah güneşin doğmasıyla çadırın içi dayanılmaz sıcak oluyor ve uykumuzu alamadan çadırdan çıkmak zorunda kalıyoruz. Sonraki günlerde çadırı boşverip dışarda yatmaya başlıyoruz.

Geceleri ay ışığında bütün gün sıcaktan kaynamış likörlerimizi içiyor, sarhoş olup kusuyor, kusmak için denize girip kendini kaybeden arkadaşları sürükleyerek boğulmaktan kurtarıyoruz.

Tuzlu derimiz günden güne kuruyor, davul gibi geriliyor, saçlar ise peruk mu desem kask mı desem hepsi bütünleşmiş oyuncak bebek saçı kıvamında.

Açlık, susuzluk, sefillik  sıcakla birleşince eğlencesi azalıp işkencesi tahammül edilemez hale geliyor ve birbirimize batmaya, diş bilemeye başlıyoruz.

Neyse ki cinnet geçirip birbirimizin boğazını sıkacak hale gelmeden İzmir'e dönmeye karar veriyoruz.

Üniversite kampının süresinden daha erken döndüğümüz için, ailelere durumu çaktırmamak adına kalan günlerimizi arkadaşın evinde dinlenerek tamamlıyoruz. Duş alıp, normal yemeklere kavuşunca ruh sağlığımızda düzeliyor.

Özgürlük ve maceranın tadını beğenmeyince  bir yıl sonra tıpış tıpış  üniversitenin kampına gidiyoruz...tabildot yemek kadar güzeli var mı  :)







10 Temmuz 2011

Bazen ölmek gerekir

                                                              



Hayatından memnun değilsin... tamam...

sevmediğin bir işin veya mutsuz bir ilişkin/evliliğin var...

belki de bunlar yok diye mutsuzsun...

Rutin sıkıcı bir hayat...hem sürdüremediğin hem bitiremediğin doyumsuz, tahammülü kalmamış ilişkiler...

hayallerinden uzak düşmüşsün...artık hayal kuramaz olmuşsun...heyecanın yok...körelmişsin...

geleceğe baktığında gördüğün şimdikinin devamı bir hayat...düşünürken bile bunalıyorsun...

ilişki kuramamışsın...kurdukların yürümemiş veya heyecanını yitirmiş, eleştirmeye, hesap sormaya, umursamamaya ve mutsuz etmeye dönüşmüş bir ilişkidesin...

beklentisizsin...çareyi terapistlerde, antideprasanlarda arıyorsun...belkide hayatına son vermekte...

Peki bu hayata neden hala devam ediyorsun?

Yürümeyen ilişki/evlilik, sevilmeyen iş, tahammül edilmez iş ortamı,  zoraki arkadaşlıklar ve akrabalıklardan neden bir türlü vazgeçilemez?

hergün bile bile acı çekmeye ve çektirmeye devam edilir...

neden hayallerinin peşinden gidenlere imreniriz de   güvenli , risksiz ama sıkıcı ve öldürücü  hayat tarzımızdan bir türlü vaz geçemeyiz?

hayatı değiştirmektense intiharı düşündürecek kadar korktuğumuz risk nedir?

sigara gibi zarar veren bir alışkanlığa dönmüş bir ilişkiyi/evliliği bitirmek... 
(yalnızlık ? korunmasızlık ? ailem-elalem ne der ?)

sıkıcı, tüketici ,köreltici bir işi bırakmak...
(işsizlik ? parasızlık ? ailem-elalem ne der?) ,

zorunluluğa ve sızıya dönüşmüş arkadaşlıkları sonlandırmak...
(yalnızlık ?)



"intihar etmek kendini öldürmenin tek yolu değildir" der Duvara Karşı'da Fatih Akın,

bazen "ölmek gerekir" der bir dostum da 
"yeniden doğmak için"...




                                                                                L.Arın

2 Temmuz 2011

Sıcak bir temmuz gecesiydi...




İşe girdiğim ilk yılın yazıydı. İzmir'in sıcak temmuz akşamlarından biri...nasıl heyecanlıyım...efes antik tiyatroda Sting konserine gideceğim.

Sesine ve müziğine hayran olduğum, bir çok parçasını ezbere söylediğim , kariyerini yakından takip ettiğim, çok da yakışıklı bulduğum (eee gençti o zamanlar) Sting'i canlı göreceğim!

Üniversiteden arkadaşlarımla araba ayarlıyor ve Selçuğa doğru yola koyuluyoruz. Güneş batarken yüzlerce arabanın arasına arabayı park ediyor ve elimizde tiyatronun taşlarına koymak için aldığımız minderlerimizle kalabalık bir insan grubu arasında görkemli amfitiyatroya doğru yürüyoruz.

Saat geliyor kapılar açılıyor, yüzlerce insan iki koldan amfitiyatroya giriş yapmaya başlıyor.

Seyirciler, Efes halkının antik çağlarda yaptığı gibi tiyatronun büyüleyici havasının   içerisinde yerlerini alıyorlar. Arkalardan girmemize rağmen protokolün hemen ardından yer bulabiliyoruz. Antik sütunları aydınlatan renkli ışıklar yanıyor. 

Müzisyenlerin çıkmasıyla birlikte büyük bir alkış kopuyor. Ardından mütevazi adımlarla boynunda bas gitarıyla Sting mikrofonun önüne geliyor. Şarkılarını  ardı ardına söylemeye başlıyor.

Konseri O mu veriyor ben mi bilemiyorum. Her şarkıya eşlik etmekten kendimi alamıyorum. Her şarkı sonrası 20 bin kişi ayakta alkışlıyor. Bis parçasından sonra çok alkışlasak da sahneye geri dönmüyor ve konserin bittiğini kabullenmek zorunda kalıyoruz.

Tiyatrodan çıkıp arabanın olduğu yere varmamız 30-40 dk.'yı buluyor. Gecenin enerjisi içinde neşeyle, şakalaşarak arabaya biniyor ve yola koyuluyoruz. Şöför arkadaşım o ara radyoyu açıyor ve haberlere denk geliyoruz.

Spikerden, Sivas'ta,  Pir Sultan Abdal şenlikleri katılan Aziz Nesin, Asım Bezirci, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekinin de içinde bulunduğu  Madımak otelinin önünde binlerce karşıt görüşlü insanın protesto gösterisi yaptığını, önce otelin önündeki araçları yaktıklarını, sonra oteli taşlayıp ardından da  ateşe verdiklerini, çıkan yangında 33 konuk 2 otel görevlisinin can verdiğini, aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişinin de olaylardan kendi olanaklarıyla  ağır yaralarla kurtulduğunu, itfaiye merdiveniyle kurtarılmaya çalışılan Aziz Nesin'in, merdiven trabzasındaki görevli tarafından darp edilip, merdivenden itfaiye aracı etrafında toplanan azgın kalabalığa doğru itildiğini, başından yaralanan Aziz Nesin'i linç girişiminden araya giren polislerin kurtardığını dehşetle dinliyoruz.

Evet tarih 2 Temmuz 1993 ve biz büyük bir coşkuyla başladığımız geceyi büyük bir üzüntü ve sessiz bir öfkeyle sonlandırıyoruz.