Ramazan Aykılıç
Ayşe'nin kozası'ındaki yazıyı okuyunca kadınlık halleri üzerine düşündüm.
Kadınlığın birçok
halinden kendimi uzak hissederim, kadınlık dilini bir türlü öğrenemedim. Bu dil
küçüklükten itibaren anneden öğreniliyor galiba. Benim annem de bu dili iyi bilmezdi.
Bu dilin içinde,
giyim, kuşam, moda, saç bakımı, kozmetikler, çocukların ve erkeklerin nasıl
“idare” edileceği, diğer kadınlarla rekabetde nasıl öne geçileceği vs. filan
var.
Sabahlığı ile
birbirine kahvaltıya gitme, kahve falları bakma, altın günlerinde birbirinden
kek tarifi alma, koca ve çocuklarını diğerlerinin koca ve çocuklarıyla
kıyaslayıp şikayetlenme, başlamışken kaynana ve görümceleri de sıradan geçirme,
örgüler, danteller, yemek tarifleri, diyetler, saç boyaları diğer komşuların dedikoduları,
vs. vs…
Bunların
çoğunu bilen ve hayat tarzı böyle olan kadınların yanında (yaşı benden küçük ya da büyük olsun) kendimi
eksik hissederim, konuşacak konu bulamam (ki aslında konuşkanımdır) sıkılırım ve bir an önce oradan kaçmak isterim. Bazen ortamda tanıdığım bir
erkek varsa onunla sohbet etmeyi tercih ederim.
Ve bu kadınların mekanı olan kuaförler …
Kuaförde saç boyatıp, manikür-pedikür yaptırır veya kaş-bıyık aldırırken bir
yandan da kuaförle magazin programlarındaki dedikodulardan konuşan kadın
uzaylıdır bana göre (yoksa niye kafasındaki alimünyum folyolarla kendi evindeki
gibi rahat davransın?) Benim için ise kuaförün işini çabuk yapıp hiç konuşmayanı
makbuldür.
Annemin de öyle
olmayışından mıdır yoksa östrojenim mi az bilmiyorum ama biraz standart dışı olduğum
kesin.
Neyse ki yalnız
olmadığımı biliyorum, birçok farklı şey konuşabileceğim, gösterişçi ve rekabetçi
olmayan (ve hatta şükür ki bana benzeyen) kadın arkadaşlarım var.
Azınlıktayız ama daha derin, daha ince ve daha keyifliyiz bence :)