starling edwards
(aşağıdaki yazıyı -aynı zaman da kitabı da olan- Chelsea Fagan adlı bir blogger yazmış, adını bilmediğim biri de türkçeye çevirmiş. hoşlanarak okuduğum bu yazıyı ben de kısaltılarak alıntıladım ve sizinle paylaşmak istedim)
"birisinin
ilk defa seni seviyorum dediği anları tam olarak hatırlayamıyorsun.
halbuki ne kadar uzun süredir bekliyordun ama tam da gerçekleştiği zaman sağır oluyorsun.
kulakların sanki televizyonda bir acil durum duyurusu
veriliyormuşçasına çınlıyor.
bu bir acil durum duyurusu ve sen duyamıyorsun.
bu bir acil durum duyurusu ve sen duyamıyorsun.
sanki beynin kelimeleri anlamak istemiyor, çünkü
anlarsan sadece hayal dünyanda değil gerçekten varlıklarını kabul etmen
gerekiyor.
...
...
“seni seviyorum” geceleri yanında uyuyan insanı seyredip, neden seni
hala terk etmediklerini ve ne zaman terk edeceklerini düşünerek geçirmek
demek. birisiyle ışıklar açıkken çıplak olmak, vücudunun bütün
kusurlarını sergilemek demek. daha önce sayısız kez olduğu gibi hayal
kırıklığına uğrama riskini göze almak demek.
bir gün kalkınca aynaya bakıp “burada ne işim var? çok çok daha iyisini bulabilirim” diyecekleri korkusunun gerçeğe dönüşmesi demek.
bu yüzden yalnızlığı seçtin. yalnızlığın sana sağladığı güvence ve özgürlüğü seçtin çünkü risk almana gerek yoktu. sabaha kadar uyanık kalıp televizyon izleyebilir, dondurma yiyebilir, internette takılıp beynin bir dakika bile nefes almasına izin vermeyebilirsin. günlerini kitaplara, kahveye ve kapıdan girer girmez alman gereken şeyleri unuttuğun marketlerde vakit öldürmeye ayırabilirsin.
günleri küçük
anlamsız işlerle doldurup, istediğin tek şeyin uyumak olduğunu,
ayaklarının acıdığını düşünebilir, vücudunun ağırlığını hissedebilirsin.
kendini kaldırımlarda aşındırabilirsin,
ve aşındırırsın da ve bu kendini iyi hissettirir.
ve eğer birisiyle yatmak istersen yatabilirsin. internetten kendine burger king’den sipariş veriyormuşçasına birisini bulabilir onu yatağa atabilirsin. ışığı açmana gerek yok, çünkü seni tanımıyor. sabah gidip gitmeyeceği konusunda endişelenmene gerek yok, çünkü gideceğini biliyorsun. her şey açık ve net, hayal kırıklığına yer yok. “seni seviyorum” gibi değil.
bazen hayatın boyunca seni kimsenin sevmediğini düşünüyorsun. yüzüne söylendiğinde bile hep şüpheye düştün. çünkü, itiraf etmek istemesen de, kendini sevdiğinden pek emin değilsin. dergilerdeki aynaya bakıp kendine iltifat etmeni tavsiye eden saçma makalelere uymayı reddediyorsun. eğer birisi sorarsa, nesnel olarak iyi taraflarını sayabilirsin. ama “kendini sevmeyi” bir türlü öğrenemedin.
bazen herkesin numara yapıp yapmadığını merak ediyorsun.
çünkü kendi bedeninde olmanın, kendi hayatını yaşamanın, kısacası kendin olmanın ahım şahım bir şey olduğunu hiç düşünmedin. kendinle o deli dolu aşkı yaşamadın, o derin bağlantıyı hissetmedin, kendinle gurur duymadın. belki başkaları hissetti ama sana seni sevdiklerini söyledikleri her zaman kelimeler sanki kulağına erişmeden bir çeviri programından geçti. ne demeye çalıştıklarını biliyordun ama anlamı sana tanıdık gelmiyordu. “seni seviyorum” dediler, sen de “ben de seni” dedin.
kimsenin seni sevmeyeceğini düşünüyorsun, çünkü neden sevsinler ki?
kimse o uçurumu aşıp, karnını, saçlarını veya gözlerini
gösterip kendinle, yanında olmakla ilgili harika şeyleri görmeni
sağlayamayacak. belki de problem bu: kimsenin senin için istediğin
hisleri besleyemeyeceği korkusu. belki istediğin şey birinin senin
kendini sevmeni sağlaması, o boş pozitif mesajların altını doldurması,
yalnızlığın, televizyon izlemenin ve son ses müzik dinlemenin
ulaşılabilecek en ideal durum olduğu düşüncesini yıkması.
belki
istediğin, seni rezil olma korkusuna rağmen ilk adımı atacak kadar
güvende hissettirecek birisi. çünkü “seni seviyorum” dediğin zaman
aslında söylediğin şey,
“seninle birlikteyken olduğum insanı seviyorum.”