yorganı kafamıza çekme günleri geldi...
gün ağarmadığı için
gecenin bittiğine inanamadığın, sıcak yataktan ayağını dışarı uzatamadığın, yüzüne soğuk su değecek diye yüzünü yıkamaya korktuğun günlerdeyiz…
sırtımızdaki, kafamızdaki, ruhumuzdaki ağırlıklara , atkılarımızın, kazaklarımızın,
kabanlarımızın ağırlığını da ekliyoruz şimdi...
kovuklarımıza
çekilip, çay-kahve ya da şarap eşliğinde, kurşuni denize, gri gökyüzüne,
ağırlaşmış bulutlara, hüzünlü yağmurlara, soyunan ağaçlara dalıp gitme, kışı, kendini
ve hayatı düşünme zamanı şimdi…
hafta sonuna bir sürü şey planlayıp dışarı bakınca vazgeçme,
evin sıcacık kucağından kendini çıkaramama mevsimindeyiz…
şöyle polar pijamayı giyip en yumuşağından yastığı,
battaniyeyi yanına alıp kış uykusuna yatmalı…
kahveleri, çayları, çikolataları, kestaneleri hazır edip bir türlü başlayamadığımız kitaplara, kaçırdığımız
dizilere, ertelediğimiz resimlere, göremediğimiz filmlere gömülmeli...
arada kalkıp pencereden bakmalı, kışın ağır ağır geçişini izlemeli…
bahar başında bir cemre
de sana düşmeli sonra,
uyanmalı yavaş yavaş...
uyanmalı yavaş yavaş...
için kıpırdamaya başlamalı...
mağaralarımızdan çıkıp yeniden canlanmalı, uyanan toprakla, ağaçla, doğayla birlikte uyanıp başını
dışarı uzatmalı…
tazelenmiş bir zihin ve ruhla tomurcuklanmalı,
çiçek açmalı...
çiçek açmalı...