21 Kasım 2012

sağlıklı beslenme...(mi?)


 Nusret topuzoğlu


hergün kefir içmelisin... günde bir çay kaşığı üzüm çekirdeği çok faydalı ... zeytinin çekirdeğini de yutmalı... ekmeğin ise ruşeymlisi... soya filizi de kullanacaksın... buğday çimini ekip çıkınca suyunu sıkıyor içiyorsun... omega 3 ve omega  6 dengesi çok önemli...  bol sebze meyve ama genellikle az pişmiş veya çiğ olacak... tabiki hepsi organik...yetmezse sarmısak hapı, enginar hapı var... tavuk köy tavuğu, kırmızı et antibiyotiksiz, sebze- meyve hormonsuz, süt/yoğurt yarım yağlı veya yağsız olmalı... ekmekler tam buğday ekmeği, en iyisi evde yapılanı... aaa  keten tohumunu da unutmayalım... kalp sağlığı için salatalara çorbalara mutlaka katmalı... 

ömründe kafeye,  lokantaya, markete gitmemiş , pizza, hamburger, cips, dondurulmuş, hazır, hormonlu veya katkılı gıda görmemiş, bütün salçasını, tarhanasını, eriştesini, turşusunu, sucuğunu, ekmeğini  kendi yapmış annannem  mide, dedem ise bağırsak kanserinden öleli 35 yılı geçti neredeyse...

sağlığına dikkat etme konusunda  ömrümde gördüğüm en titiz insan olan babam ise kan kanserinden öleli 5 yıl oldu...
 

sağlıklı beslenme adı altında söylenenlerin ne kadarının doğru ne kadarının pazarlama olduğu konusunda emin değilim...

ama ruh hastalıklarına son yıllarda yeni bir hastalık katıldı adı : "ortoreksiya nervosa

türkçesi "sağlıklı beslenme takıntısı"  modern zamanların yeni hastalığı...

hastalığın tanımı şöyle :

"özellikle 30 yaş üstü, iyi eğitimli, orta sınıfa mensup kişilerde görülen ortoreksiya nervoza hastalığı, yediği her şeyin sağlıklı ve yararlı olup olmadığını takıntı haline getirilmesi anlamına geliyor...

kurallar kişiden kişiye değişiyor ancak sadece en sağlıklı gıdaları yeme motivasyonu şeker, tuz, kafein, alkol, buğday, soya, mısır ve süt ürünlerinden uzak durmalarına neden oluyor...

ingiltere’deki beslenme derneği’nin başkanı,  hastalığın son birkaç yıldır çok yayıldığını, hastaların tüm vaktini sağlıklı beslenme kitapları okuyup kaliteli gıdalar satan dükkân araştırmaya harcadığını anlatıyor ve bu kişilerin kendilerini fiziksel ve ruhsal açıdan çok sağlıklı sandıklarını, hasta olduklarını fark etmediklerini  söylüyor."

daha fazla bilgiyi  buradan  edinebilirsiniz

yemeğin lezzeti sağlıklı olmasından daha önemli benim için... ömrümün geri kalanını,  annemin artık çoğunu unuttuğu yemeklerine yeni lezzetler ekleyerek geçirsem bana yeter sanırım...




13 Kasım 2012

hayatım film ...

 Helga Berger



"sadece nefesinizi izleyin... burnunuzdan girişini ve çıkışını...
aklınıza gelen düşüncelere müdehale etmeyin... bir sinema perdesindeymiş gibi sadece seyredin..."

yogaya meditasyon ile başlıyoruz...

ve hocanın bu yönergesi bir terapi tekniğini aklıma düşürüyor:

"sinemaya gittiğinizi hayal edin... koltuğa oturuyorsunuz... ışıklar sönüyor ve film başlıyor... perdede sizin hayatınız oynuyor... ilginç mi?... sürükleyici mi?... heyecanlı mı?... trajik mi?...  sıkıcı mı? sonuna kadar seyreder misiniz?... yoksa yarıda çıkar mısınız?"

nefesimi izlemeye çalışsam da  meditasyonda aklım buna takılıyor...

sinemaya giriyorum, koltuğa oturuyorum, salon kararıyor ve perdede tombul bir kız çocuğu anaokuluna gitmemek için ağlıyor... işe giden annesinin ardından onun kazaklarına sarılıp kokluyor... annesiyle babası kavga ettiklerinde ise çok korkuyor...

abisiyle besledikleri tavşanları okşuyor sonra, onlarla oynuyor... tavşanların her yeri kemirmesine kızan babası aylardır bakıp büyüttükleri  tavşanları kapıcıya kestiriveriyor,
ne ağlamak... ne ağlamak...

içe basıyor diye tuhaf, ağır ayakkabılar giydiriyorlar ayağına... bir yerlerini çarptığında eti hemencecik morarıyor... geceleri bir türlü durmak bilmeyen burun kanamaları ile uyanıyor, kan yutuyor... anne-babasının paniklemiş hallerini izliyor... 

acil servisler... doktorlar... tüp tüp verilen kanlar... tahliller... bir yandan kan hastalığı ile uğraşırken öte yandan anne babasının boşanma duruşmasına gidiyor...

offf ne iç karartıcı bir film bu...

üstelik daha sarılık olacak, üç- dört kere okul değiştirecek, sık sık hastahaneye yatıp çıkacak, maddi sıkıntı çekecek, okurken hayal ettiği işe giremeyecek ve en sevdiği insanı gözlerinin önünde kaybedecek...

bu kadarı türk filminde bile olmaz...

yarısında çıkarım ben böyle filmin...


9 Kasım 2012

yoksa tutuculuk mu?



 Nusret Topuzoğlu



ne olacak bu eşyalarla duygusal bağ kurma,

sevdiğim eşyalardan vazgeçememe halim?

sevdiğim ucu/topuğu erimiş, naylon çorap kıvamına gelmiş çoraplarımı atamam,

tüylenmiş kazaklarımı - ki bazıları yaş olarak çocukluktan çıkıp ergenliğe girdi- evde giyerim deyip saklarım...

modası geçmiş ayakkabılarla dolaşırım...

kulbu kırık bardaklar illa küçük saksı ya da kalemlik olmak zorunda...

sevdiğim, güzel yazan kalemler nasıl bitersiniz?  insafsizlar...

kanadı kırılmış güzel desenli şemsiyelerim...sizlerle ne fırtınalı anılarımız oldu...

belki de bundandır sevdiğim kitapları tekrar tekrar okumam, sevdiğim 
filmleri tekrar tekrar izlemem...

sevdiğim ve ezberlediğim müziklere takılı kalmam...

bi yandan annemi her yeri çizilmiş alüminyum, emaye, teflon, plastik tabaklarını/tencerelerini atmaya iknaya çalışırken beş yıllık cep telefonumdan ayrılmanın hüznünü yaşıyorum...

ne güzel telefondun sen...şarjın çok dayanırdı, müziğin güzeldi, kaç yıllık sevdiğim mesajlar, resimler saklıydı içinde...
bi daha açılmayacağını bildiğim halde bak atamıyorum seni...

ya solan çiçeklerim...size  baktığımda gözlerimdeki hüznü görmüyor musunuz? 

nasıl uyum sağlayacağım ben bu gittikçe daha hızlı değişen dünyaya ?