28 Aralık 2015

"Biterken yılın son günleri"


                           
 Pierre Gutierrez

BİR YILIN SON GÜNLERİ

I. 

Bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
Bu kadar el değmemiş
Sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
Bu şiire nasıl dahil edilebilir bir yılın son günleri
Her sonda,her başlangıçta ve her defasında
Alır gibi başkasını karşımıza
Perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içinde bir başımıza
Sorgulamak kendimizi
Öğrenmek ikimizin anadilini,ikinci belleğimizi
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz
Karanlık günlerimizin kenar süslerini

.....

II.

Bir yıl daha bitiyor
Düşlerim ,tasalarım,yarım kalmış onca şey
Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
Bana mı öyle geliyor
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
İnsan yaşlanırken?

 III.

Kırdım mı incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Dağınık yatağım,mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım
akşama
Yeni bir yıla
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta

IV.

......

Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" yada "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum.

V.

Sabahları açık penceremin soluduğu kent
Nabzında yüzyılın dağınık sancısı
Dumanı üzerinde tüten yıkıntılar
Hangi anlamı kuşanabilir şimdi yeni bir yıl
Umutsuzluk sözlüğünden karşılıklar aranırken hayata
Hangi söküğünü dikebilir bu yaralı kuşak
Hangi yüreğe öğretilebilir unutmak!

Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde

Murathan MUNGAN / MIRILDANDIKLARIM



25 Kasım 2015

iyi hoca olmak...



 Nuri Bilgin

bölümün en karizmatik, en popüler, en sevilen hocasıydın...

daha dersine girmeden eski öğrencilerden ününü duymuş, merak eder olmuştuk..

ancak seninle tanışmak için üçüncü sınıfta sosyal psikoloji dersi alıncaya kadar bekleyecektik...

sosyal psikoloji; toplum psikolojisi, grup baskısı, sosyal uyum, itaat gibi birbirinden ilginç ve zevkli konuları içeren bir dersti, çok sevmiştim... 

dersine girmeye başlayınca neden bu kadar çok sevildiğini, popüler olduğunu anladık; öğrencilerine arkadaşça ve eşit muamele ediyor, fikirlerine, yorumlarına, kişiliklerine değer veriyordun... 

kuru kuru ders anlatmıyor, renkli tartışma ortamları yaratıyordun...

başka hocalar derse devamı sağlamak için imza takibi, yoklama vb. yollar izlerken senin imza  almadığın derslerin tıkabasa dolu geçiyor,  hatta başka bölümlerden seni merak eden arkadaşlarımızı derslerine konuk ediyorduk... 

konuları ezberlememizden çok yorumlamamıza önem veriyor, sınavlarda  bizi şaşırtıyordun...

dönem konularını harıl harıl çalışmış olarak girdiğimiz  bir sınavda tarihsel bir olayın, mesela "hitler almanya'sındaki alman toplumunun hitlere böylesine destek vermesinin sosyal psikolojik yorumu" gibi bir yorum sorar "bitiren odama getirsin" deyip giderdin...
bütün sınıf birbirimizle konuşarak tartışarak kendi yorumumuzu oluşturmaya çalışırdık...

milgram'ın  itaat deneyini sınıfta canlandırırken ne kadarda çok eğlenmiştik hiç unutmam...

böyle tartışmalı bir derste söylediklerin beynime çakılı kaldı:
                    
                       "acı da birlik olmaz, hazda birlik olur,
                          herkes benim gibi acı çeksin değil,
                       herkes benim gibi mutlu olsun demelisiniz

bana sosyal psikolojiyi çok sevidirmiştin... 

son sınıfta bitirme tezi hazırlama aşamasında, çoğunluk gelişim psikolojisine yönelirken ben tez yapmak üzere sosyal psikolojiyi seçtim... 

1 yıl boyunca seninle tez çalışması yaparken odanın sadece öğrencilerinle değil çaycısından temizlikçisine, fakülte memurlarına, başka başka  bölümlerin hocaları ve öğrencilerine kadar birçok insanla dolup taştığını şahit oldum... 

mezuniyet yemeğimize katılan bir kaç hocadan biriydin...

bu yıl mezun ettiğin öğrencilerinin de, 30 yıl önce mezun ettiğin öğrencilerinin de anı yemeklerine en başta çağrılan ve hep katılan hoca oldun... 

yıllar sonra, öğrencileriyle iç içe olan, sıcak samimi ilişkisiyle her birinin kalbinde taht kuran sevgili hocamın  elif şafağın görüşmeyi ve soyadını almayı reddettiği babası olduğunu öğrenip şok olacaktım...

iyi hoca olmanın iyi baba olmak olmadığını elif şafak röportajından öğrendim...

3 şubatta kaybettiğim sevgili hocam için geç bir veda yazısı oldu bu...

hayatına dokunduğu iz bıraktığı yüzlerce öğrenci gibi beni de çok üzdü...

ne mutlu onu tanımış , onu dinlemiş, onun öğrencisi olma fırsatını bulmuş olanlara... 

 "Kimsenin hayallerinin erişemediği gerçekleriniz olsun." (Nuri Bilgin)





15 Kasım 2015

severim...






kuaförün becerikli ve  sessiz olanını, tezgahtarın peşinde gezinip "çok yakıştı" demeyenini...

pazarcının seçtirenini, şarabın yumuşak içimlisini...

soğanın göz yakmayanını, salatanın karalahanalısını, bol limonlusunu...

turşunun ev yapımı, hafif acılısını, kalemin siyah mürekkeplisini...

komşunun sabah erken kalkıp gürültü yapmayanını, sıkıcı olmadan kararında dedikodu yapanını...

uçağın rötar yapmayanını, arabanın arka koltuğunu...

denizin seyrederken berrak , yüzerken derinini...

biranın maltını, kitabın yeni bir şey söyleyenini, anlatımı özgün olanını...

doktorun tanrı olmayanını...

saatin ileri alınmasını, takvimin güzel fotoğraflısını, mevsimlerden baharı...

filmin klişesiz, yönetmenin sıradışı olanını, senaryonun dantel gibi işlenmişini, oyuncunun yapmacıksızını...

tatilin az kişiyle sakin yerde yapılanını, balığın ızgarasını...

müziğin pop, tekno, disco olmayanını...

uğraşının hayal kurdurup kendini unutturanını...

çikolatanın fıstıklısını, olmazsa fındıklısını, dondurmanın maraş usulünü... 

yürüyüşün deniz kenarında, orman içinde, illa birlikte yapılanını...

evin taş veya ahşap olanını...
   
öğrencinin  algıları açık, güzel soru soran, esprili olanını... 

köpeğin güzel bakanını, kedinin güzel bakanını, insanın güzel bakanını...

insanın iyi niyetlisini, düşüncelisini, farkedenini, sömürmeyenini...

arkadaşın arayıp soranını, dümdüz yaşamayıp hayatı sorgulayanını, sohbetin derinini, düşündürenini, esprilisini... 

dostun kendiyle dalga geçebilenini, güldürmeyi bilenini...

hayatın çok yaşanmışını...

çok gezilmiş, çok görülmüş,

çok sevilmiş, çok paylaşılmış, 

yüzünü çok gülümsetmiş, 

kalbini çok çarptırmışını...



27 Ekim 2015

zorumluluk



N.Arın


" şimdi yapmayı ve yapmamayı seçtiğiniz şeylere bakın. gerçekten seçiyor musunuz? 

hissettiğiniz ve hissetmekten ölesiye korktuğunuz suçluluk duygularınıza iyice bir bakın. 

onay alamayacağınızı düşündüğünüz şeylerle de iyice bir göz göze gelin.

özgür müsünüz? sorumlu musunuz? yetişkin misiniz?

ben istemediğiniz halde yaptığınız bayram ziyaretlerine, mutsuz olduğunuz halde sürdürdüğünüz ilişkilere, sırf kendinizi suçlu hissedeceksiniz diye evet dediğiniz şeylere "zorumluluk" diyorum.

"bir tane" olan, "tekrarı olmayan" tek bir hayatım olduğunu farkettiğimden beri böyle diyorum.

ana sorumluluğuma bakmak istediğimde, gözümü kapayacağım son anı düşünüyorum.

" vay be, bir taneydi ve işte bitiyor. sen ne için kim için ve nasıl yaşadın ? " sorusuna iyi bir yanıt verebilirsem hayat sorumluluğumu almışım demektir.

işte o zaman öldüğüm için değil, ölmek üzere gözümü kapatabilirim,

koca bir gönül ferahlığıyla..."


Cem Mumcu / Kendine Bakma Kitabı








18 Ekim 2015

salyangoz




ülkenin her yanında patır patır insanların ölmesiyle birlikte , ölümün bu kadar yaygın, bu kadar kolay, bu kadar sıradanlaşmış olmasından,


insanlar üzerindeki etkisinin kaybolup, içten içe memnuniyet ve tuttuğu takımın gol atması gibi sevince yol açmasından,


birbirine tahammülsüzlük ve nefretin gittikçe yükselip rahatça dile getirilmesinden, yıllardır tanıdığın insanlarla hayal kırıklığı yaşayıp uzaklaşmana yol açmasından,


birbirini acısını bile paylaşamayan bu toplumda azınlıkta olmanın güvensizliğini iliklerine kadar hissetmekten ve


yıllardır bu ülkede aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamanın geleceğe dair umudunu bitirmesinden boğulurken gördüm bu haberi :


 Sanatçı Stefan Siverud üzerine basılıp ölen salyangozları korumaya gönül vermiş. bunun için de çok basit bir fikir geliştirmiş: Salyangozların kabuğunu boyayarak yolda yürüyen insanların dikkatini çekmelerini sağlamak.


tabi insanın aklına "boya hayvana zarar veriyor mudur" veya " daha kolay avlanıyo mudur?" gibi sorular geliyor.

 ama  dünyada salyangozların ezilmemesi için çözüm arayan, bulan ve emek harcayıp onları tek tek boyayan  bir insan olması bana iyi geldi.


ben komşusunun acısını paylaşmayan, dert etmeyen insanlarla değil bir salyangozun ölmemesi için emek harcayan insanlarla arkadaş, komşu olmak istiyorum...


25 Haziran 2015

belki o zaman...








göster bana!

güvensizliklerini, bocalamalarını göster...

göster ki yalnız olmadığımı anlayayım...

güvenli, sağlam duruşunun arkasına geçmeme izin ver...

hayal kırıklıklarını, kırılganlığını göreyim...

kendinden eminin ardındaki korkağı, bilgenin ardındaki safı göster...

göster ki kendimi normal hissedebileyim...

güçlü görüntünün altındaki yaralarını göster sonra, uğradığın tacizleri,

ihanetleri, terkedilmeleri...

göster ki benim yaralarımın sızısı azalsın...

kendine güveninin altındaki kaygılarını göreyim sonra...

uykularını kaçıran, beynini yiyip bitiren, ruhunu kemiren endişelerini...

görürsem belki daha az tuhaf hissederim, huzursuzluğum azalır...

beceriksizliklerini göreyim sonra, başarısızlıklarını,

bi türlü unutamadığın hatalarını, keşkelerini...

göster ki yalnız olmadığımı bileyim...

izin ver ne kadar zayıf, ne kadar incinebilir olduğunu görmeme...

zaaflarını, yenilgilerini, kırgınlıklarını göster...

içindeki hakkı yenmiş, ihmal edilmiş, küskün çocuğu göster bana...

belki o zaman hem seni hem  kendimi anlar ve kabullenirim...

hem seni hem de kendimi sevebilirim belki o zaman...








6 Mayıs 2015

beş...





 

“Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, tanrı aşkına; özellikle de , hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa.”
  
 J.D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar 





18 Nisan 2015

sen neredesin?


- sen nerdesin?
- izmir'deyim anne...
- çok özledim seni...
- bende seni özledim, gelicem yakında görüşeceğiz...
- sen nasılsın? merak ediyorum seni, işin gücün var tabi... sen iyi olda... çok özledim...

her ay uçağa atlayıp annemi görmeye gidiyorum, annem iki yıldır alzheimer...
abimlerin olduğu şehirde yaşamaya başladı.

hergün görüşürken ayda bir görüşür olduk çok özlüyor, çok merak ediyor beni...

kendisinin değil benim gittiğimi sanıyor...

yanına gittiğimde özlemle sarılıp öpüyor, gözleri doluyor, mutluluktan orada kim varsa öpmeye başlıyor, sonra sıra tekrar bana geliyor ve bir kere daha öpüyor...

benim de gözlerim doluyor...

aynı şeyleri tekrar tekrar konuşuyoruz, bizimle konuşmak istiyor ama konuşulan konular gittikçe azalıyor...

durup durup "çok mutlu ettiniz beni" diyor, onun edilgen, uslu, söz dinleyen çocuk hali içime dokunuyor... yaşlı, lekeli, buruşuk elini tutuyorum...

artık boyanmayan saçları bembeyaz olmuş, gözbebekleri soluklaşmış..

onu güldürecek şakaları tekrar tekrar yapıyoruz abimlerle, hep birlikte bir daha gülüyoruz...

geçmişi, insanları, anıları  hatırlatmaya çalışıyoruz, eski günlerden konuşmaya çalışıyoruz,

eski annemle konuşmaya çalışıyoruz...

oysa o çocuklar gibi anını yaşıyor, "çok mutlu ettiniz beni" diyor yine...

gitme vakti geliyor tekrar sarılıyoruz,

arkamızdan el sallamaya bahçeye çıkıyor...

buruk ve üzgün bakışlarla el sallıyor, içim acıyor...

ertesi gün yeniden arıyorum

"sen nerdesin? çok özledim ben seni"...


2 Nisan 2015

kırıklarını aldırdım kalbimin...


 Barbara Pingot


hayal kırıklığı : hayal ettiğin şeyi bulamamak, beklentilerinin gerçekleşmemesi, hayallerinin kırılması, un ufak olması...

demek ki biz hep hayal ediyoruz...

okulumuzu, işimizi, eşimizi, arkadaşlarımızı hayal ediyoruz...

seçimlerimizi, insanlarla kurduğumuz  ilişkiyi, arkadaşlığı hayallerimizle dolduruyoruz...

sonra hayal ettiklerimizi bulamıyoruz ve " okulda hayal kırıklığına uğradım, işimde hayal kırıklığına uğradım, evlilikte hayal kırıklığına uğradım, beni hayal kırıklığına uğrattı" diyoruz...

demek ki sürekli hayallerde yaşıyoruz...

bir insanı tanıyoruz, ya da tanıdığımızı sanıyoruz. oysa onun hakkındaki fikrimizi biraz onun kendisi biraz da onun hakkında kurduğumuz hayaller oluşturuyor...

onun  samimi, dürüst, güvenilir, sevilir bir insan olduğunu, bize değer verdiğini hayal ediyoruz ( en azından ben hayal ediyorum/ediyormuşum)

oysa o, belki de benim hayallerimden çok uzak, çok habersiz, çok başka biri...

ben hayal ettiğim/sandığım kişi ile arkadaşlık ediyorum...

belki o da hayal ettiği/sandığı "ben" ile arkadaşlık ediyor...

belki de gerçekte birbirimizi  tanımıyoruz...

sandığımızdan çok farklı bir insan olduğu gerçeğine tosladığımız zamanlarda da "beni hayal kırıklığına uğrattı" diyoruz...

peki kim üzdü beni ?

hayal ettiğim gibi değil de kendisi gibi olduğu için "o" mu?

onunla ilgili hayaller kurup inandığım için "ben" mi?





19 Mart 2015

Yaşamında inanılmaz şeyler yapamayacak olmanın 7 nedeni



“Temel olarak söylemek istediğim şey şu: aşağıdakiler sende olmadığı için, muhtemelen pek bir şansın yok, çünkü : “

1. Yeterince başarısız olmadın.

 

Çünkü vasatlığın içinde mutlusun ve aslında denememeyi seçtin. Çünkü yeni bir şeyi öğrenmek hakkında konuşmak (mesela bir yabancı dili) aslında onu öğrenmekten daha kolay.

...

Çünkü sen orada oturmuş denemekte bile başarısız olurken, ben burada başarısız denemeler yapıyorum, kendimi zorluyorum, yeni şeyler öğreniyor ve mümkün olabildiğince başarısız olmaya çalışıyorum.

Çünkü biliyorum ki deneyip başarısız olduğum müddetçe öğreneceğim, öğrendikçe de rotamı düzeltip yola devam edeceğim...

 

2. Başkalarının senin hakkında düşündüğü şeyleri umursuyorsun.

 

Çünkü çevrene uyum sağlaman lazım.

Çünkü dünya seni olduğun gibi göreceği için kendini olduğun gibi kabul etmekten korkuyorsun. Sen başka insanları yargıladığın için, sana onlar da seni yargılıyorlarmış gibi geliyor.

Çünkü sahip olduğun şeylere, yaptığın işlerden daha çok önem veriyorsun.
...
Çünkü ben bütün güvensizliklerimi görmezden gelip kendi özgün halimi dünyaya gösterebileceğim, başkalarının fikirlerine, “elalem ne der”lere bağışıklık kazanacak ve bir fikirler keşmekeşinde ayakta kalacağım...

3. Kendini olduğundan daha zeki sanıyorsun.

 

Çünkü şimdiye kadar herkesin yaptığını yaptın, okuduklarını okudun, çalıştıklarını çalıştın.

Çünkü onların testlerini geçmek için öğrenmen gerekenleri öğrendin ve bunun seni akıllı yapacağını sandın.

Çünkü öğrenmenin sadece okullarda olduğunu sanıyorsun.

Çünkü sen okul için çalışırken ben hayatı öğrenmeye çalışıyordum. 

Çünkü sen sınıfta öğrenme peşinde koşarken ben dışarı çıktım ve yaparak öğrendim.

Çünkü hayata dair, senin herhangi bir üniversiteden alacağın bir kağıdın kapsayacağından daha fazla şey biliyorum. Çünkü zeka ne öğrendiğin değil, nasıl yaşadığındır...

4. Okumuyorsun.

Çünkü okuman gereken şeyleri okumuyorsun, ya da daha kötüsü, hiçbirşey okumuyorsun.

Çünkü tarihin sıkıcı ve felsefenin aptalca olduğunu düşünüyorsun. Çünkü oturup MTV veya E! izlemeyi, yeni bir şeyler keşfetmeye ve etrafındaki dünyayı daha iyi anlamak için bir başkasının zihnine girmeye tercih ediyorsun.

Çünkü dünyadaki tüm gücün, bizden önce yaşamış olanların kelimelerinden geldiğini kabul etmiyorsun, bilmek veya yapmak istediğin herşeyin etrafındaki kelimeler evreninde biryerlerde, şimdiye kadar görülmemiş bir bolluk içinde sana sunulmuş olduğunu da…
  
5. Merak etmiyorsun.


Çünkü haberlerini, devletin kontrol ettiği kopyala-yapıştır ajanslardan alıyorsun.

Çünkü şu basit soruyu sormaya isteksizsin : “Ya hepsi yalansa?..” Üstelik gerçekten öyle olabileceğini kabul etmeye ve ana  akım medyanın bütün yöntemlerinin, kesin emirleri uygulayarak bir tek şeye yöneldiğini kabul etmeye yanaşmıyorsun : senin dikkatini dağıtmaya.

Çünkü beni herşeyi-bilen-ukala olarak nitelendirmek senin için kolay ama kendini hiçbirşeyi-bilmeyen olarak nitelendirmek zor.

Çünkü ben konudan bağımsız olarak bilgi susuzluğu çekiyorum.

Çünkü sen Candy Crush veya Megalopolis oynarken ben bağ teorisi veya quantum mekaniği okuyorum.
 ...

 6. Yeterince soru sormuyorsun.

Çünkü otoriteyi sorgulamıyorsun. Ondan hoşlanıyorsun.

Çünkü kendini de sorgulamıyorsun.

Çünkü doğru biçimde konumlandırılmış sorgulamanın, saygıdeğer fikir ayrılıklarının, inandığın şeyleri sana tersini söyleyen birilerine karşı savunmanın bir hayat içindeki gücünü anlamaktan uzaksın. Gerçekliği sorgulayabilme yetisinden uzak, kendi kendine dayatılmış bir hayatta kalma stratejisi ile, Matrix filmindeki gibi bir monotonluk yaşıyorsun...

 7. Gerçeklere dayanamazsın

Çünkü bilmediğin şeyleri bilmediğini itiraf etmeyi reddediyorsun.

Çünkü internette bulduğun hiçbir yazı, senin yaşamda kaybettiğin tüm zamanı yerine koyamaz.

Çünkü sen olmadığımı zannettiğinde bile, ben etrafımda olup bitenin farkındayım.

Nihayet, kendi anlama yoksunluğunu anladığında, o zaman göreceksin; gerçekten inanılmaz bir şey yapmaktan seni alıkoyan tek şey, aslında bizzat sensin...

Steve Jobs

yazının orjinal versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz
türkçeye çevrilmiş uzun versiyonuna ise buradan ulaşabilirsiniz







15 Mart 2015

gülümsemenin nedeni...





belki narin, mis kokulu bahar dallarının bembeyaz açıvermesidir
                 ki bakınca için kıpır kıpır neşeyle dolar, iyimserleşirsin,
hayat ne güzel diye düşünürsün, bi cemre de sana düşer...

belki denizin pırıl pırıl berraklığıdır,
                    avucuna alıp içesin gelir...
 
belki özlediğin bir arkadaşının " özledim seni" diyen sesidir, 
                 doping yapar, maraton koşsan koşarsın...

belki eski bir öğrencinin "bana çok emeğiniz geçti" sözüdür,
                 maaşının yanına ikramiye olur...

belki günlerin uzadığını farketmektir,
                 dünyanın ritmi insana iyi gelir "her şey yolunda" der...

belki güzel bir kitap okumaktır,
                 senin için yazılmış gibi, yazarla sohbet ediyor gibi okumak...

belki seni görünce gözleri parlayan yakınlarınla buluşmaktır,
                 senin de  gözlerin parlar,  yüreğin çarpar...

belki de yaşlı annene yeniden sarılmaktır, 
                 onun kokusunu içine çekip, yeniden kucağındaki küçük kız olmaktır...







30 Ocak 2015

Orhan Veli'nin kayıp şiiri




         "Okuyacağınız bu şiir Orhan Veli Kanık’ın ölümünden sekiz yıl sonra, sanat gazetesi Köprü’nün, 1 Aralık 1958 tarihli beşinci sayısının ikinci sayfasında, Tarık Erman’ın, “Ölenler – Kalanlar” başlıklı yazısının çerçevesi içinde, “Orhan Veli’nin ölüm yıldönümü dolayısiyle şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmamış bir şiirini sunuyoruz” başlığıyla çıkmış.
          Söz konusu şiir, Orhan Veli’nin  yayımlanan Bütün Şiirleri’nin (Ocak, 2014, 35. Basım) yayına hazırlanış düzeni içinde, “Kitaplarına Girmeyen Son Şiirleri” başlığı altında toplanan şiirleri içinde de yok." 
(İzmir'de Sanat'dan alıntı)



ÖLÜMÜM

O sabah alnımda iki ter damlası konuşacak
Yorgun olarak öldüğüme dair
Benim Yeni Sabah’ı bir başkasına verecek gazeteci Yusuf
İskele kahvesinde çayım soğuyacak
İlk vapur yolcuları arasında olmadığımın farkında bile olmıyacaklar
Lâz müezzin hakkımda salâ verecek
İmam bildiğini okuyacak
Bozuk düzen makamından
Hiç Çamlıca’ya kuşbaşı kar yağarken ölünür mü diyen
Yarıdan fazlası abdestsiz cemaatim olacak
Ve hepsi de
İyi biliriz diye yalan söyliyecekler
Ertesi sabah Cumhuriyet’te sülâlem sayılacak
Müessif bir irtihal denmiyecek
Ve nihayet
Başı boş hayatım gibi
Başı boş mezarım da taşsız kalacak.




22 Ocak 2015

"Söylenecek sözün çokluğu bazen insanı dilsiz bırakır"





Hrant Dink’in öldürülüşünün sekizinci yılında, Agos Gazetesi’nden kalabalığa seslenen isim yazar Murathan Mungan oldu:

"İşte bu yüzden biz Hrant için, adalet için sekiz yıldır haykıranlar artık demokrasinin karikatürünü değil, kendisini istiyoruz. Acilen demokrasi ve koşulsuz ifade özgürlüğü istiyoruz. Kapalı kapılar ardında tezgâhlanan karanlık oyunların göstermelik demokrasisini değil, günışığı demokrasisi istiyoruz. Laiklikten ödün vermemiş bir demokrasi istiyoruz. Kimsenin kimsenin kanına, canına susamadığı bir toplumda, kurban almadan ve kurban vermeden yaşamak istiyoruz. Hemen her gün bir kadın cinayetinin işlenmediği, transların, eşcinsellerin öldürülmediği, çocukların devlet kurşunlarıyla katledilmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz. Etnik, kültürel, dinsel, cinsel her çeşit ayrımcılığın ortadan kalktığı, kimsenin kimsenin yaşam biçimine, diline, dinine, mezhebine, inancına ya da inançsızlığına karışmadığı, herkesin eşit haklara sahip yurttaşlar olduğu, demokratik olgunluğa erişmiş bir toplumda barış, kardeşlik ve dayanışma içinde yaşamak istiyoruz. Ağaca, suya, parka, koruya, ormana, herkesin ve her canlının yaşam hakkına saygılı çok dilli, çokkültürlü, çok renkli bir toplum olarak yaşamak istiyoruz. Vesayet biçimlerinin tümüne kayıtsız şartsız karşı çıkıyor, 12 Martların, 12 Eylüllerin apoletleriyle ılımlı kindarlık, kravat takmış yobazlık arasında seçim yapmak istemiyoruz."
Murathan Mungan’ın konuşmasının tam metnini buradan okuyabilirsiniz.

4 Ocak 2015

biraz sıkışır mısınız




Hasan Gürsoy



oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız

ruhumu kurtarmaya calışıyorum
dualarla perhizlerle susarak somurtarak
ve gizlenerek kıyı bucak
- biz zavallı küçük sırlar -
biz zavallı sırlar
(küçük)
biraz sıkışır mısınız

öleceğim, efendim
bir gün mutlaka öleceğim
ama beşkırkbeş vapuru
- kim durdurabilir onu -
beşkırkbeşte kalkacak yine
biraz sıkışır mısınız

günahlarım
tövbelerim sadakalarım
heveslerim erdemlerim başarılarım
kağıtlarım muskalarım madalyalarım
traşlı fotoğraflarım traşsız fotoğraflarım
ruhum cesedim gözyaşlarım
burda büyüğüm burda küçüğüm
burda büyüğüm
buraya sığarım buraya
sığarım buraya sığarım
biraz sıkışır mısınız biraz
sıkışır mısınız
biraz
sıkı
şır


n
ı
z


cahit koytak