13 Kasım 2012

hayatım film ...

 Helga Berger



"sadece nefesinizi izleyin... burnunuzdan girişini ve çıkışını...
aklınıza gelen düşüncelere müdehale etmeyin... bir sinema perdesindeymiş gibi sadece seyredin..."

yogaya meditasyon ile başlıyoruz...

ve hocanın bu yönergesi bir terapi tekniğini aklıma düşürüyor:

"sinemaya gittiğinizi hayal edin... koltuğa oturuyorsunuz... ışıklar sönüyor ve film başlıyor... perdede sizin hayatınız oynuyor... ilginç mi?... sürükleyici mi?... heyecanlı mı?... trajik mi?...  sıkıcı mı? sonuna kadar seyreder misiniz?... yoksa yarıda çıkar mısınız?"

nefesimi izlemeye çalışsam da  meditasyonda aklım buna takılıyor...

sinemaya giriyorum, koltuğa oturuyorum, salon kararıyor ve perdede tombul bir kız çocuğu anaokuluna gitmemek için ağlıyor... işe giden annesinin ardından onun kazaklarına sarılıp kokluyor... annesiyle babası kavga ettiklerinde ise çok korkuyor...

abisiyle besledikleri tavşanları okşuyor sonra, onlarla oynuyor... tavşanların her yeri kemirmesine kızan babası aylardır bakıp büyüttükleri  tavşanları kapıcıya kestiriveriyor,
ne ağlamak... ne ağlamak...

içe basıyor diye tuhaf, ağır ayakkabılar giydiriyorlar ayağına... bir yerlerini çarptığında eti hemencecik morarıyor... geceleri bir türlü durmak bilmeyen burun kanamaları ile uyanıyor, kan yutuyor... anne-babasının paniklemiş hallerini izliyor... 

acil servisler... doktorlar... tüp tüp verilen kanlar... tahliller... bir yandan kan hastalığı ile uğraşırken öte yandan anne babasının boşanma duruşmasına gidiyor...

offf ne iç karartıcı bir film bu...

üstelik daha sarılık olacak, üç- dört kere okul değiştirecek, sık sık hastahaneye yatıp çıkacak, maddi sıkıntı çekecek, okurken hayal ettiği işe giremeyecek ve en sevdiği insanı gözlerinin önünde kaybedecek...

bu kadarı türk filminde bile olmaz...

yarısında çıkarım ben böyle filmin...


7 yorum:

  1. Yoksa tutuculuk mu adlı yazını okudum tam yorum yazmaya başlamışken birden bire korkuya kapıldım...
    topuğu erimiş çoraplarını kırık şemsiyeni modası geçmiş çantanı okurken aldığım hazzı (yaşam sevincimi)doğru bir şekilde yorumlayacağıma karar verdim...Sonra ki günlerde bilgisayar başına geçemedim ama aklımda hep bu yazıya nasıl etkili bir yorum yapsam ve hep yazma isteğini uyandırsam
    diye düşündüm durdum...Şimdi yepyeni bir yazıyı karşımda görünce eski yazıya yorum yapamamıştım ama
    yeni yazıyla çok ümitlendim...hep yazacaksın...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Ayşe, emin ol yazma isteğimi uyandırıyorsun :)

      Sil
  2. "yorumlayamayacağıma" olacaktı...bir de yazı sapığı gibi algılanmama az kalmış...sapık değil ,manalı hayatı sorgulayanı ve arayanı bulabilmiş ve yakasına yapışmış biri gibi sülük gibiyim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ahaha.. yazı sapığı...bu çok hoşuma gitti :))

      Sil
  3. Bu dokunaklı satırlar,bana da dokundu...burnumun direğinin sızlamasına sebep olan duyguları ve yaşantıları okurlarınla(bu arada "nihal ve okurları" tabiri kulağa çok hoş geliyor)paylaşman okunası yazılar yazmaya devam etmeni artık mecburi kılıyor...bu uzun cümleden sonra hiç ama hiç uymayacak biliyorum ama şunu demek istiyorum engellenemez bir coşkuyla..."yerim seni ben ya!..."inandığım bütün değerler adına söylüyorum ki "çok şekersin nevarin"...yazılarını okudukça karşı komşun olarak yaşlanma isteğim artmakta...
    N.SAYDIN

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. memuriyetten ümidimi kestim ama emeklilikte komşu olabileceğimizden,pijamalarla kahvaltı sofrasında çayları höpürdeterek güle- ağlaya bitmez sohbetler edeceğimizden ümitliyim :) özledim seni...

      Sil
  4. Ben bu filmi izlerim sonu küt die biten fransız filmleri gibi

    YanıtlaSil

ses verenler